Yaşam

Selahattin Demirtaş’ın ‘Treni Kaçırmayın’ yazısından tadımlık bölüm

Selahattin Demirtaş*

Dışarıdayken katıldığım halka açık toplantılarda sıklıkla kullandığım bir metafor vardı:

Büyük bir taziye salonunda erkek, kadın ve çocuklardan oluşan bir kalabalıkla üzgün bir şekilde oturduğunuzu ve bir yakınınıza başsağlığı dilediğinizi hayal edin. Diyelim ki eşleriniz, dostlarınız, akrabalarınız dahil beş yüz kişiyle birliktesiniz. Tanımadığınız biri oturma odasına giriyor ve bir anda bağırıp tehdit etmeye başlıyor. Tüm salona seslenen kabadayı, “Paranızı, mücevherlerinizi, cüzdanlarınızı ve tüm değerli eşyalarınızı çıkarın ve önünüzdeki masaların üzerine bırakın.” Bu arada elindeki silahı daima kalabalığın üzerinde taşıyor. Salondaki beş yüz kişiden hiçbiri bu ağır tehdide itiraz edemez, edemez. Herkes emirleri harfiyen uyguluyor ve tüm değerli eşyalar masalara bırakılıyor. Zorba masa masa dolaşır, bu eşyaları elindeki çuvalın içine koyar ve gelir gelmez oradan ayrılır.

Şimdi gelin odadaki psikolojiyi ve hatta yeni ortaya çıkan sosyolojiyi birlikte düşünelim. Mesela burada kaybedilen tek şey değerli eşyalar mı? Yoksa salondaki insanlar özgüvenlerini kaybetmiş olabilir mi? Yoksa onurlarını, birlikte hareket etme isteklerini, belki de toplum olarak bir arada olma arzularını kaybetmiş olabilirler mi? Salondaki beş yüz kişiden bir tanesinin bile zorbalığa itiraz edip “Hayır, bunu yapamazsınız, buna izin vermeyeceğiz” dememesinin yarattığı toplu utançtan sonra o insanlar bir daha ne yapacaklar? Bir daha birbirimizin yüzüne bakabilecek miyiz? Yoksa mümkünse bir araya gelmemek, o günün utancını hatırlatacak temaslardan kaçınmak için dağılacaklar mı? Bazılarınız “Bence en yakın karakola gidip polise şikayette bulunsunlar” diyerek hukuki yolları hatırlatmak isteyebilir. Tamam, metaforumu biraz daha detaylandıracağım. Peki taziye salonuna girip soygunu yapan kabadayı karakol şefi olsa ne yapacaksınız?

Büyük Dönüşümden Kesitler, Derleyen: Bülent Eken – Barış Ünlü, 320 sayfa, Dipnot Yayınları, 2023.

Lafı fazla uzatmadan konuya gireyim. Kürtleri anlatmaya çalışıyorum. Tam yüz yıl önce Osmanlı İmparatorluğu çöküp Türkiye Cumhuriyeti kurulduğunda Kürt halkının başına gelen de aşağı yukarı budur. Birinci Dünya Savaşı sonrası yaşanan hüzünlü taziye atmosferinde dili, kültürü, kimliği ve vatanı zorla gasp edilen Kürtleri anlamak için bu sosyal psikolojiyi bilmek gerekiyor.

29 Ekim 1923’te kuruluşunu ilan eden Türkiye Cumhuriyeti, aslında Anadolu’daki tüm Müslüman halkların ortak devleti olma vaadiyle yola çıktı. (Cumhuriyetin kurucuları, hem İstanbul Hükümeti ile imzaladıkları Amasya Protokollerinde hem de TBMM’de yaptıkları konuşmalarda, kalan topraklarda Kürt, Çerkes, Laz gibi Müslüman halkların Türklerle birlikte yaşadığını beyan etmişlerdi. Osmanlı İmparatorluğu’ndan kalma ve Ankara’daki parlamentonun tüm bu halkların temsilcisi olduğu.) Gayrimüslimler Halklar başka yollarla ortadan kaldırıldı veya tasfiye edildi (yok edildi). Yeni kurulan devletin ilk anayasası olan 1921 Anayasası, kuruluştaki bu ortak ruhu yansıtmaya çalışan ilk ve en güçlü hukuki metindir. (Osmanlı İmparatorluğu’nun son döneminde başlayıp Cumhuriyet dönemine kadar devam eden Ermeni, Rum ve Yahudi tasfiyelerinin yol açtığı trajedilere bu yazının konusu olmadığı için değinmeyeceğim.) 1924 Anayasası, devletin inşası, mimarisi ve dayanacağı toplumsal yapı dramatik biçimde değişmeye başlar. Devlet bir “ulus devlet” olarak tasarlanırken, bizzat devletin yeni bir ulus yaratmasına karar verilmiştir. Cumhuriyetin kurucu elitlerine göre yeni devleti ayakta tutmanın tek yolu budur. Aksi takdirde Osmanlı Devleti’nin başına gelenler kaçınılmaz olarak yeni devletin de kaderi olacaktır. Parçalanma ve parçalanma felaketinden korunarak birliğe ulaşmanın yolu, yeni değerler etrafında birleşecek tek bir millet yaratmaktır. Bu değerler ortak dil, ortak tarih ve ortak kimliktir. Yeni milletin adı Türk Milletidir. Dili kendine özgüdür ve Türkçedir. Onun bir tek tarihi vardır o da büyük Türk tarihidir. Ve tabi ki tek kimliği var, o da Türklük.

Merkezde kararlaştırılan bu yeni anlayış, kısa sürede genç Türkiye Cumhuriyeti’nin resmi ideolojisine dönüşüyor ve artık bu ideolojinin gereklerini taşrada hayata geçirmenin zamanı geldi. Doğu Reform Planı ve Genel Müfettişlik aracılığıyla taziye salonuna elinde silahla giren zalimi ilk kez burada görüyoruz. Çünkü yeni Türklük tezinin tam anlamıyla hakim olabilmesi için ya tüm farklılıkların ortadan kaldırılması ya da Türklüğe asimile edilmesi gerekmektedir. Yani Kürtlerin Kürt olarak varlığı Türk Milleti’nin inşasına engeldir. Yeni resmi ideolojiye göre ikisinin bir arada yaşaması mümkün değil. Cumhuriyetin kurucu elitlerinin yarattığı paradoks nedeniyle Türk Milleti varsa Kürt yoktur; Kürtler varsa Türk Milleti yoktur. Bu anlayışa göre Kürtlüğün yok edilmesi artık Türk Milletinin varoluş meselesidir.

*HDP Eski Eş Genel Başkanı

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Başa dön tuşu